Roxie Ashlee Rosin: Stilist, hayatı hafife alan,kendi deyimiyle iyi yalan söyleyen,hiperaktif bir kadın. Ashlee Rosin: Babası rahip olan Ashlee tutucu bir ailede yetişmiş,öğretmenlik yapan antisosyal bir kadın.
Dış görünüş olarak benzeseler de kişilik açısından tek bir benzerlikleri yok.
Drago Lorenzo Angelos: Güçlü bir adam. Roxie ile tanıştığında kadının yaşam dolu enerjisine kapıldı. İstediğini elde etmeye alışmış olan Drago için Roxie'yi elde etmek biraz zaman aldı. Her geçen gün biraz daha kapıldığı bir mıknatıs gibiydi kadın. Fakat bir gün beş aylık bebeklerini ve Drago'yu akasında bırakıp ortadan kayboldu. Üstelik genç adamın kasasını boşaltıp arkasında bir de ceset bırakmıştı.
Roxsie diyerek kapısına dayandığı kadın aklını karıştırmıştı. Dış görünüş olarak ne kadar benziyorlarsa kişilik olarak da o kadar farklıydılar. Yine de emin olmadan kadını bırakmaya niyeti yoktu.
Olayların arkasındaki sırrı çözmek akıl sağlığı için şarttı.
Jael için hayat çok ciddiye alınacak kadar önemli değildi.Çingene olarak hayata bakış açısından oldukça memnundu.Sonra hayatına pembe bir pakete sarılmış şekerleme gibi O düşüverdi.Sivri dilli ,ukala bir kontesle ne işi olurdu.Özellikle asalet unvanlarıyla uzaktan yakından ilgisi yoksa..
Trisha için bu sinir bozucu adama katlanmak imkansızdı.Saygısızdı,dilini bıçak gibi kullanan bir arsızdı.Toplum kurallarından bihaberdi.Çapkındı ve genç kızı deli ediyordu. Kayla'nın kuzeni olması ondan hoşlanacağı anlamına gelmezdi.
Aşka Tutsak bir intikam hikayesi.. Bu öyle bir intikam ki iki tarafı da paramparça eden türden.. Jessica onu aldattığını düşündüğü Dante'den intikam almak için onun hakkında yalancı şahitlik yapıyor ve Dante kaptanlıktan atılıyor. Dante ise Jessica'dan intikam almaya kararlı ve bu yolda da her şeyi yapmaya hazır. Gözünü karartmış. Dante'nin çok ileri gittiğini düşündüğüm kısımlar oldu. Söyledikleri, yaptıkları yenilir yutulur şeyler değildi.
Okurken kimi zaman sinirlenip, kimi zaman hüzünlendiğim kısımlar oldu. Özellikle "Dük Bozuntusu Dante" beni çok sinir etti. Halbuki intikam peşine düşmeden önce Jessica'yı öyle güzel seviyordu ki.. Okurken Jessica'ya her gün gül alan adamı istediğimi fark ettim. 🌹Ahh, kalbim. 💔
Jess ise aşağılanmış, kalbi kırılmış, bedenen ve ruhen örselenmiş bir halde oradan oraya savrulmuş. Başa çıkması gereken o kadar zor şeyler yaşadı ki.. Taş olsa çatlardı. Jessica yine iyi dayandı. Jess için üzüldüğüm kısımlar oldu. Ama elbette onun da hataları var. Aslında iki tarafında kendine göre haklı sebepleri var ama bu hatalı olmadıklarını göstermez. Halbuki oturup konuşsalar, birbirlerini dinleseler hiç bir sorun kalmayacak aralarında.. Ama iki karakter de birbirine karşı sağır, dilsiz ve kör ne yazık ki.. 😢 Bu da onların acı çekmelerine ve birbirlerine karşı acı çektirmelerine neden oluyor.
Bunların dışında karakter ve mekan betimlemeleri çok iyiydi. Hikayenin ilk okuduğum halinden daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Jenny'nin kalemini geliştirdiği satırlar arasında, cümlelerinde görülüyordu. Okurken kimi zaman duygulanmadım dersem yalan olur. Ve tabii ki bu kadar hüzün ve acıdan sonra çiftimiz hak ettikleri mutluluğa sahip oluyorlar. Son bölümü okurken keyiften dört köşe bir haldeydim. Çok tatlılardı. 😍 Ama ben özellikle belirtmek isterim ki Sean ve Beatrice'in hikayesini daha çok merak ediyorum. 🙈
Daha nice Jennifer Royce kurguları, karakterleri okumak dileğiyle.. 💗
Kusurlu olarak doğan Aidan McCall kusursuzluğa duyduğu takıntı yüzündenülkenin ne başarılı estetik cerrahı olmuştur. Geçmişin hayaletleri kabuslarını süslerken, takıntıları onu acımasız bir adama dönüştürmüştür. Kusursuz güzelliğin sadece eline aldığın neşterle gerçeğe dönüştüğüne inanan Aidan. Karşısına çıkan güzeller güzeli Anna yüzünden tüm dengesini kaybetmiştir. Bilincinin derinliklerinde saklı kalanı, gün yüzüne çıkaracak olan kadınınona sunacağı aşk sarsılmasına neden olacaktır. Ama asıl sınavı aşkı kabulettikten sonra verecektir. Aidan, kaderin onlar için yazdıklarını değiştirecek gücükendinde bulabilecek midir? Yoksa güç, aşkın ta kendisi midir? Güzellik onun neşteriyle hayat buluyordu, kusursuzluk ise sevdiği kadının ruhunda saklanıyordu.
Kitap, "birini kusurlarından, yaralarından sevmek" temalı bir kurguya sahip. Aidan, yüzü yaralı olarak doğmuş ve hayatı boyunca da bunun sıkıntısını çekmiş. Bu yüzden de gözünü karartıp estetik cerrahı olmuştur. Aidan "kusursuzluğa" o kadar takıntılıdır ki kimsenin kusursuz olduğuna inanmaz ta ki güzelliği laneti olan Anna ile tanışana kadar.. Anna, Aidan'daki bütün tabuları yıkar. Ve Aidan'ın oluşturduğu buzdan duvarda çatırdamalara sebep olur. Aidan her ne kadar buz kütlesi gibi olsa da Anna hayatına girdikten sonra değişmeye, daha yumuşak biri olmaya başlar.
Aidan'ın çocuklar ve zor durumda olanlar için onlara ücretsiz yardım etmesi sevdiğim yönlerinden biri oldu. Aslında iki karakterde yaralı ve yaralarını beraber sarıp birlikte ayağa kalkıyor. Asıl güç ise burada yatıyor. Birbirlerine sıkı sıkıya sarılmalarını, güçlü duruşlarını sevdim.
Kitap oldukça akıcı bir kurguya sahip. Öyle ki 24 saat içerisinde bitirdim kitabı. Masum Koza'dan sonra Özge Erkin'in okuduğum ikinci kitabı oldu. Okurken insanı yormayan, düz ve sade bir anlatıma sahip. Ama ben biraz betimleme isterdim açıkçası. Anlatım bana çok kuru geldi. Beni rahatsız eden noktalardan biri de olayların çok çabuk gelişmesi.. Bazı olaylar da ucu açık bitti.
Kusursuz benim için okurken yormayan, akıcı bir kurguya sahip bir kitap oldu. Yazarın Destan, Kutsal ve Usta kitaplarını çok merak ediyorum. Onları da en kısa sürede okumak istiyorum. (=
Serinin üçüncü kitabında kibirli Dük bozuntusu Haven(Malcolm) ile yüreği yaralı Sera'nın hikayesi anlatılıyor. Kitabın konusundan bahsedecek olursam; Haven, onunla evlenebilmek için Sera'nın kendisini tuzağa düşürdüğünü düşünür. Ama gerçek öyle değildir. Sera'nın bütün itirazlarına rağmen evlenirler. Ama evlilikleri ikisinin de beklediği gibi ilerlemez. Ve bir gün Sera, Haven'ı terk eder. Sera'nın ardından Haven yaptığı hataların farkına varır ve Sera'yı bulmak için her yeri dolaşır. Üç yılın sonunda karısı ile Lordlar Kamarasında karşılaşırlar. Sera kararlıdır. Haven'dan boşanacak ve özgürlüğüne kavuşacaktır. Fakat Haven'ın ikisi için farklı planları vardır ve Sera'yı bırakmaya hiç niyeti yoktur.
Yazar diğer kitaplarından farklı olarak bu kitabında bir geçmiş bir gelecek olarak olayları kaleme almış. Bu durum hoşuma gitti. Cidden, bu yazar ne yazarsa okurum ben. Her ne kadar okurken Haven'a sinir olsam da çok çok güzeldi. Özellikle gölün altındaki balo salonu ve heykel detayları kitaba farklı bir hava katmıştı. Ve bayıldım! Cidden, balo salonu hayranlık verici. İtiraf ediyorum orada olmak istedim! Haven'a kızdığım çok oldu ama.. Sera ile Haven birbirlerini çok sevmişler. O kadar çok sevmişler ki.. Bu sevgi birbirlerine zarar vermelerine neden olmuş. Aralarındaki bu sevgi zamanla bir savaşa, oyuna, intikama dönüşmüş. Aralarındaki bu çekişme iki tarafında mahvolmasına neden olmuş.
Haven'ın Sera'ya olan aşkı nasıl desem Sera olmasa Haven yaşayamayacakmış, nefes alamayacakmış, yarım kalacakmış gibi.. Haven'ın hataları var ama adam aşkından ölüyor Ve hatalarını telafi etmek içinde uğraşmadığını söyleyemem. Gerçi ben Haven'dan daha fazlasını beklerdim ama neyse..
Kitap sadece bunlardan ibaret değil. Her şey detaylarda saklı. Ama spoiler olacağından pek açıklama yapmak istemiyorum burada. :D Ah ah, ne fırtınalar koptu şu sayfalarda.. Özellikle şu alıntı beni çok etkiledi.
"Beni istemiyorsun ama bana başkasının sahip olmasına da izin vermiyorsun. Başından beri başkasına ait olmamı istemedin."
Bazı sahneleri okurken deyim yerindeyse kalbimi bıraktım! Çok dokunaklıydı. Sera'nın tüm yaşananlara rağmen ayakta duruşu, yıkılmayışı ve mücadeleci ruhu hayranlık vericiydi. Haven'ın da hatalarına rağmen telafi etmek için her şeyi yapmaya hazır oluşu okumaya değerdi. Ama ben Haven'ın daha fazla ileriye gitmesini isterdim.
Haven, Sera'yı öyle çok seviyor ki.. Kıskanmamak elde değil. Keşke hatalar ve pişmanlıklar olmasaydı, bu kadar yıpratmasalardı birbirlerini.. Ama sonunda hak ettikleri mutluluğu bulmaları çekilen bütün acıya değdi.. Kitabın son bölümü o kadar güzeldi ki.. Ahh, kalbim! Tam anlamıyla "mutlu aile tablosu" gibiydiler.
Ben karakterlerin acılarını, sevgilerini, mücadelelerini okurken duygudan duyguya kapıldım. Karakterleri alıp bağrıma basmak istedim. Başından sonuna her şeyiyle sevdiğim bir kurgu oldu. Ah, bu arada Sesily ve Caleb'ın hikayesini isiyorum. Aralarındaki çekim inkar edilemez. Yazarın bu çiftin de hikayesini yazmasını umuyorum. (=
"Bırak da yaralarını iyileştireyim. Bu kadar yakınındayken itme beni Şebnem. İkimizin de buna ihtiyacı var," diyerek genç kadının kolunu tuttu. Şebnem, koyu renk gözleriyle ona set kurup içeriye girmesine, kalbine inmesine engel oldu. "Benim sana ihtiyacım yok."
#kitapyorumu Kitap bir cinayet ile başlıyor. Ve sonrasında ekibin ipuçları ile olayların ve kişilerin takibinde maceralarını okuyoruz. Karakterler ile kimi zaman gülüp, kimi zaman sinirlenip, kimi zaman da hüzünleniyoruz. Bunun yanı sıra göz ardı edilen gerçekler ve sırlarla, şifrelerle dolu bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Detayları severim. Kitaptaki şifre mevzusunu da ayrı bir sevdim. Şebnem'in Atakan’a laf sokması, Atakan’ın hazır cevaplığı ve ağzı bozukluğu ile Şebnem'in sinirlerini zıplatması ama buna rağmen Şebnem'i sevmekten vazgeçmeyişi ve onun için her şeyi göze alacak duruma gelmesi kalbimi ele geçirdi. 😍 Aralarındaki güçlü bağ hayranlık vericiydi. 😍 Karakterler kimi zaman çatlak olsa da hepsi de sorumluluklarının bilincindeydi ve bu durum kimisiyle arkadaş, kimisiyle abi-kardeş içerisine girme isteği uyandırdı bende. 😇 Karakterler öyle içimizden biriydi ki.. Kimi zaman alıp bağrıma basmak ya da alnından öpmek istedim. Okurken insanı sıkmayan, heyecan verici olaylar ve çatlak ama sevilesi karakterleri ile kendini sevdiren bir kitap oldu Kalpten Sabıkalı. ❤️ Kitapla ilgili tek olumsuz düşüncem karakterlerin çok argolu konuşmasıydı. Ben bunu hiç bir kitaba yakıştıramıyorum. Onun dışında beni rahatsız eden bir kısım olmadı. 😊 Oldukça akıcı bir dile sahip olması, olay örgüsü ve karakterleri ile beğenimi kazanan bir kitap oldu Kalpten Sabıkalı. 😊 Romantizm ile harmanlanmış polisiye tarzı kitapları seviyorsanız kesinlikle bir şans vermelisiniz. 😊
Konusu: Dizi, 1930’lu yıllarda Japon sömürgesi altında yaşayan ve reenkarnasyon ile günümüzde tekrar dünyaya gelen yazarların etrafında dönmektedir. Günümüzde bu yazarlardan biri kitapları çok satan bir yazar, biri gizemli bir hayalet yazar ve diğeri ise kitapları çok satan yazarın anti-fanı olarak yaşamaktadır.
Yo Ah In (Han Se Joo)
Karakterleri: Yo Ah-In dizide kitapları çok satan bir yazar olan Han Se-Joo karakterini canlandırmaktadır. Film yıldızlarını aratmayacak bir görünüme sahip olduğu için ona 'Edebiyat Dünyasının İdolü' denmektedir. Onun karakteri melankolik, hassas ve çekingen bir kişiliğe sahiptir ve huysuzun tekidir.
Lim Soo-Jung dizide Han Se-Joo’nun eskiden çok büyük bir fanı olan ancak şimdilerdeyse ondan nefret eden bir anti-fanı Jeon Seol karakterini canlandırmaktadır. O, bir veterinerlik öğrencisidir.
Go Kyung-Pyo dizide bir hayalet yazarı olan Yoo Jin-O karakterini canlandırmaktadır. Onun karakteri oldukça gizemli birisidir.
Kwak Si-Yang dizide Han Se-Joo’nun (Yo Ah-In) rakibi olan Baek Tae-Min karakterini canlandırmaktadır. O, bir roman yazarı ve profesördür. Onun karakteri, Güney Kore Edebi dünyasının en iyi yazarlarından birisinin tek oğludur. O, Han Se-Joo’nun çok popüler olmasını ve kitaplarının çok satmasını kıskandığı gibi aynı zamanda onun yüzünden aşağılık kompleksine girmektedir. Ayrıca Baek Tae-Min, Han Se-Joo ve Jeon Seol’un (Lim Soo-Jung) arasındaki bir aşkı üçgeni içerisinde olacaktır.
Dizi Yorumu:
Diziye başlama sebebim Yo Ah In'dir. Oyunculuğuna, tarzına, mimiklerine düştüm. Konusu ile de beni acayip kendine çekti. Yalnız beyin yakan bir kısmı var onu söylemeden geçemeyeceğim. Biraz ağır tempoda ilerliyor. Ama 4. ve 5. bölümden sonra konu bir açılıyor, pir açılıyor. Su gibi akıyor bölümler. Fantastik ve romantik ögeler içeriyor. Reenkarnasyon ve hayalet temalı bir dizi. Ama öyle ürkütücü bir yanı yok. Bazı kısımlar acayip komik. Ucundan azıcık dram da içerir. Ben konusunu oldukça etkileyici buldum. Eğer bu tarz değişik kurguları seviyorsanız kaçırmayın derim.
Konusu: Zengin bir aileden gelen 7 kişilikli bir adam (Ji Sung) ile doktorluğunun ilk yılında olan bir kadının (Hwang Jung-Eum) arasındaki aşk hikayesini anlatmaktadır.
Shin Se Gi (Ji Sung)
Karakterler: Ji Sung dizide, varlıklı bir aileye sahip zengin bir iş adamı olan Cha Do-Hyun karakterini canlandırmaktadır. Onun karakteri, çocukluğunda geçirdiği bir travma sonucunda , Dissosiyatif kimlik bozukluğu hastalığından muzdarip olur ve kendi öz kişiliği de dahil 7 farklı kişiliğe (Cha Do-Hyun, Shin Se-Gi, Ferry Park, Ahn Yo-Sub, Ahn Yo-Na, Nana, ve Bay X) sahiptir.
Hwang Jung-Eum dizide, psikiyatri kliniğinde ilk yılında olan Oh Ri-Jin karakterini canlandırmaktadır. Onun karakteri parlak bir kişiliğe sahiptir ama aynı zamanda manik depresiftir (Hastanın duygu durumu aniden yükselir, ya çok neşeli olur ya da tam aksine çok üzgün ve ümitsiz kalır.) Cha Do-Hyun (Ji Sung) adındaki bir hastanın iyileşmesine yardımcı olur ve daha sonra onun kişiliklerinden birine aşık olur.
Park Seo-Joon dizide, Oh Ri-Jin'in (Hwang Jung-Eum) ikiz kardeşi olan Oh Ri-On karakterini canlandırmaktadır. Onun karakteri, yazdığı kitaplar ile en çok satılanlar listesine girmiş bir gizem romanı yazarıdır. O kitap yazarken gerçek kimliğini saklayarak Omega adını kullanır.
Dizi Yorumu:
Benim çok sevdiğim, oyunculuklara, kurguya, senaryoya ve işleyişe bayıldığım bir dizi önerisi ile geldim. Her şey o kadar güzel ve tadındaydı ki.. Bittiği için üzüntü çektiğim doğrudur. Hem güldüren hem hüzünlendiren bir yönü olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bazı sahnelerde acayip eğlendim, bazı sahnelerde ise içimi derin bir hüzün kapladı. Özellikle 15.bölümden sonra sizi ağır drama bağlıyor. Benden söylemesi.. Ama buna rağmen bana dolu dolu bütün duyguları yaşatan bir diziydi. Özellikle Ji Sung'un oyunculuğu efsaneydi. Hayran kaldım. Bir ara Kanal 7 de dublajlı olarak verilmişti. Belki izleyeniniz vardır. Eski bir dizi ama ben o kadar sevdim ki.. Eğer izlemeyen varsa mutlaka bir şans vermeli. Sırf Shin Se Gi(Ji Sung) gibi bir karakter için bile izlenir, benden söylemesi..
#kitapyorumu Zorba Aşık; acımasız, güçlü ve usta savaş yetenekleri ile bilinen Hawkslot Lordu G. Troy Kennedy ile güzelliği ve masumiyeti ile insanı büyüleyen aynı zamanda yardımseverliği, zekası ve neşesi ile kendisine hayran bıraktıran Leydi Sheena'nın büyülü, maceralı, eğlenceli, dramatik ve tutkulu aşk hikayesini ele alıyor. İflah olmaz, burnu büyük ve kibirli lordların aşık olunca süt dökmüş kedi misali yana yakıla aşk peşinde koşmalarını seviyorsanız, hele bir İskoç aşığıysanız kaçırmamanız gereken bir kurgu olduğunu söyleyebilirim. Hele işin içinde gizli geçitlerden oluşan ve içinde büyük bir hazine barındıran gizemli bir kale varsa tadından yenmiyor.
Jennifer Royce benim sevdiğim sayılı Türk yazarlardan biri. Ve ne yazsa okurum dediğim yazarlardan biri. Kaleminin akıcılığı ve kurguları ile gönlümü her defasında fethetmeyi başarıyor. Zorba Aşık'ta sevdiğim kitaplar arasına girdi. Hele Historical ise tadından yenmiyor benim için. 😂 Troy'un o zorba hallerinin aşık olduktan sonra yumuşamasını okumak, sert tavırlarının yontulması, aşk için her şeyden vazgeçmesi, fedakarlık yapması ve kendini tam anlamıyla aşka adamış halini okumak çok keyif vericiydi. Tabi yeri geldiği zaman hödüklük yapmadı değil. Ama Sheena onu çok güzel yola soktu. Bunu yüzünün güzelliği kadar kalbiyle, Troy'a olan aşkıyla yaptı. Aslında Sheena'nın tek yaptığı Troy sevmek, ok sevmekti. Sonra gerisi kendiliğinden geldi zaten. Sheena'nın güçlü yapısını da unutmamak gerek. Çocukları ve kadınları koruyup kollaması, onlara ders vermesi takdire şayan bir davranıştı. Tam bir Leydi gibiydi. Kendisine hayran bıraktırdı. Rhona ve Graham ise kitapta sevdiğim diğer karakterlerden.. Graham'ın hazır cevaplılığı ve sivri dili ile iş bitirici hallerini okumak beni benden aldı. O kadar yerinde ve olması gereken bir karakterdi ki.. Kitaba renk katmış. Aynı şekilde Rhona da öyle.. Kadın olmasına rağmen neler yapabileceğini gösteren bir savaşçı o. Klanı ve Lordunu korumak için gözü kapalı tehlikeye atlayan adeta savaşmak için doğmuş biri. Sivri dilini de unutmamak gerekir. :D Graham ve Rhona, bu ikisi, Lord Troy'a az çektirmediler. Ama iyi de oldu. 😏 Yoksa ellerinin arasındaki aşkı kaybedecekti kibirli Lordumuz. 😂 Bu kadar aşk, macera ve eğlencenin yanında entrika ve intikam da yok değil. Cidden çok sinir bozan sahneler ve karakterler de vardı. Ama Troy hepsinin hakkından geldi. Kitabın son bölümlerini okurken bir duygu seli alıp götürdü beni. O kadar güzeldi ki.. Çiftin bu aşk dolu halleri okumaya değerdi. Betimlemeler, karakterler, anlatımdaki akıcılık ve kurgu ile gönlümü kazanan bir kitap oldu Zorba Aşık. Jennifer Royce ellerine, emeklerine sağlık diyorum. Daha nice kurgularını okumak nasip olur inşallah.. 😊 Historical ve İskoç severlerin kaçırmaması gereken bir kurgu olduğunu düşünüyorum. 😊
#kitapyorumu . 🍒 Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe 🍒
Mafalda, 9 yaşında Stargardt hastalığına yakalanmış ve bu hastalık yüzünden zamanla görme yetisini kaybedecektir. Günden güne görüş mesafesinde azalmalar olurken Mafalda okulunun karşısındaki kiraz ağacıyla vakit geçirmeye başlar. Kendini her kötü hissettiğinde kiraz ağacına gidip onunla saatlerce oturup, sohbet etmeye başlar. Okuldaki hizmetlilerden olan Estella, Mafalda'ya gözleri görmese de yapabileceği şeylerin listesini yapmasını söyler. Ve Mafalda'nın yolculuğu böylece başlar. Yazar, Mafalda'nın bu hastalıklı süreçte başından geçen olayları konu olarak ele almış. Ayrıca bu yaşanmış bir hikaye. Yazarın gerçek hayat hikayesi. Ve Kiraz Ağacı ile Aramızdaki Mesafe Paola Peretti'nin gerçek yaşam öyküsünden yola çıkarılarak yazılmış bir ilk roman. Gerçek bir hikaye olması insanı cezbediyor. Gerçek, yaşanmışlık dolu hikayeleri severim. Hele ki içerisinde aile, dostluk ve hayatla ilgili ders çıkarabileceğim şeyler varsa.. Ayrıca kurgunun çok naif bir yapısı var. Bu da hoşuma giden etkenlerden biri. Okurken görmeyen biri ne yapabilir derken buldum kendimi. Hep olumsuz şeyler düşündüm. Ama Mafalda bir noktada umut olmayı başardı. Sen yapmak istedikten sonra hiçbir şeyin önüne engel olamayacağını gösterdi. Umut dolu, naif hikayesiyle Kiraz Ağacı ile Aramdaki Mesafe benim için Küçük Prens, Şeker Portakalı tadındaydı. 😊
Yıllar önce Anka'nın ruhunun bedeninden ayrılıp bir bebeğin bedenine girmesi ile başlıyor kurgu. Anka ruhunu taşıyan bebek (Carmen) dünyalı bir çifte veriliyor. Carmen 16 yaşına gelince gezegenindeki savaşı durdurmalı, güçlerini keşfetmeli ve görevlerini yerine getirmelidir. Bunun için en büyük destekçisi Ron ile bir maceraya atılır. Türklerin de fantastik yazabileceğini görmüş oldum Anka Kuşu'nda.. Yazarın kurguladığı evreni, karakterleri ve onların özellikleri sevdim. Özellikle Zümrüt'lerin özellikleri hayranlık uyandırıcıydı. O evren, o hayal gücü takdire şayandı. Oldukça da akıcıydı ki kitap okuyamadığım şu dönemlerde ilaç gibi geldi bana. Yazarın bu kitap ile yurt dışında eğitim hakkı kazandığını biliyor muydunuz? Bence bu takdir edilesi... 👏 Bir kaç eksiklik vardı ama bunun devam kitaplarında düzeleceğine eminim. Ki kitabın akıcılığı ile benden artı puanları aldı. 😊 Özellikle ilk kitabın sonu öyle bir yerde bitti ki.. Aslında bitti denilen herşey yeniden başlıyor. Ve ikinci kitap için umutlarım oldukça yüksek. Şahsen ben sinema filmi olsaydı keyifle izlerdim. Fantastik ve aşk ile bezenmiş kurguları seviyorsanız bir şans verebilirsiniz. 😊
2018 yılında 108 kitap ve 25.340 sayfa okumuşum. En uzun okuduğum kitap Bronz Atlı olmuş. Okuduğum en popüler kitap ise Hayatın Kıyısında kitabı olmuş.